24 Kasım 2008 Pazartesi

Kücük Denizkizi Ponyo

Risa, adını Ponyo koydum.
Ponyo ona çok yakıştı.
Üstelik sihir de biliyor.
Elimi yaladıktan sonra,yara kayboldu.

Bu bir deniz kızı değil mi?
Derhal geri denize atın. Yoksa tsunami felaketi olur.
Bir deniz kızı karaya vurursa ardından tsunami gelir.
Bu eski bir efsanedir.

- Hem Ponyo insan olmak istiyor.
- İnsan mı? Aptal ve korkunç bir yaratık olup da ne yapacaksın?
İnsanlar denizdeki canları öldürüyorlar. Ben de bir zamanlar insandım.
İnsanlıktan uzaklaşmak için çok şey feda ettim.

Tatlım, izin ver de Ponyo gerçek bir insana dönüşsün.
Eski bir efsane göre bu mümkün. Eğer o çocuk sadık kalırsa
Ponyo sihir gücünü iade edip gerçek bir insan olabilir.
Aksi taktirde Ponyo zerreciklere ayrılıp yok olacaktır.

Sosuke, Ponyo insan olabilmek için mührü kırdı.
Ponyo'nun bir insan olabilmesi için onu olduğu gibi
benimseyecek bir erkeğin olması şart.
Onun bir balık olduğunu biliyorsun.
Ponyo senin kanını tattığı için bir deniz kızına dönüştü.
Onun yarı insan, yarı balık olduğunu
bilerek onu kabul ediyor musun?




Ponyo, küçük bir Japon balığıdır. Bir gün 5 yaşındaki Sosuke onu deniz kenarında bir kavonozun içinde bulur, çıkarayım derken de eli yaralanır. Balık çocuğun elini yalayıp iyileştirir. Sosuke ona Ponyo ismini koyar ve evine götürür. Fakat onun gaddar babası peşlerinden gelip Ponyo'yu evlerine, yani denizin derinliklerine geri götürür. Ponyo yarayı iyileştirirken insan kanı tattığı için bir deniz kızına dönüşür ve babasından kaçarak, tekrar Sosuke'nin yanına gider. Gider gitmesine de..
Gerisini öğrenmek için izlemeli :)

Ponyo büyük usta Hayao Miyazaki'nin eseridir. Sosuke karakteri torununun bir yansımasıdır. Miyazaki'den izlediğim ikinci şaheserdir, ilki beni pek tatmin etmemiştir. Bana göre fazla pastel ve hayalperest bir dünyası vardı, hani rüya ve gerçek arasında ve fazla yaratıklar dolanıyordu. Fakat Ponyo ilk anından itibaren beni bünyesine aldı. Sarıp sarmaladı.. Çocukların o sevimliliği, o masumiyeti ve o içtenliği.. insanın içindeki kendi çocukluğunu tekrar alevlendirmesi.. Bacak kadar boylarına rağmen dünyaya meydan okumaları.. sevdikleri için ve istedikleri için, birbirlerine güvendikleri için. Rahatından ve konumundan vazgeçen bir deniz prensesi.. Onu koruyup kollayan ufacık bir erkek çocuğu.. İste bunlardan feyz almak lazım. Hani işlerin sürekli ters gitmesine alışık bir zamanda yaşıyoruz ya, hani o animede renkler kararıp, fırtınalar koptuğunda acaba bir felaket mi olacak.. kavuşamayacaklar mı diye endişeleniyoruz ya.. Bizi endişelendirsede, Miyazaki konuyu çok güzel bağlamış, sadece küçük çocukların değil, senin benim gibi büyük çocukların dahi yüzünde koca bir tebessümle izleyeceği, hoş vakit geçireceği başarılı bir hikaye olmus... Hele sonunda "Ponyo, Ponyo, Ponyo" şarkısı insanı daha da bir ısıtmakta :)

Ben bunu Züliş için çevirmiştim, iyi ki de çevirmişim..
Hep büyüklerden değil, bazen de küçüklerin dünyasına bakıp öğreneceğimiz şeyler olduğunu görmek ne güzel. İyi seyirler ^_^


15 Kasım 2008 Cumartesi

Raymann is laat

Sibel'le saz kursu için telefonda gorustugumde, maalesef yilbasindan sonraya iptal edildigini soylemisti. Yazdan beri heyecanla bekliyoruz ama musait bir lokal ayarlanamamis pazartesi gunu icin, erteleye erteleye, 2009'e girecegiz anlasilan :P
Neyse sonra carsamba gunu gelsene dedi, nereye dedim.. Raymann'a gidecegiz Rotterdam'a... eh madem öyle geleyim hadi degisiklik olsun dedim. Türk ögrenci dernegi olarak.. Simdi adini soyleyip reklam yapmis olmiyayim ama neyse soyleyim yine de :P Eurasia SV.

Istasyonda bir uyuzluk yuzunden Rotterdam trenini kacirdim, ben oraya varana dek, millet studyo'ya gecmis.. neyse sorun degil, Spangen tranvayina atladim, Sibel indikleri duragi soyledi, hatta sag olsunlar beni duraktan aldilar birlikte yuruduk studyoya.. Raymann Surinam asilli bir komedyen, fakat unuttugum televizyon program olmasi, yani kameralari falan ancak iceri girip gordugumuzde idrak ettik :P Hehehe
Neyse iceriye girdik, yaklasik 40 ogrenci falan gelmis, ve bir suru insan.. sanirim 350-400 kisi falan vardi, biz perdenin acilacagi en on tarafa gectik, ha birazdan, ha simdi acilir diye ama nerde, yarim saatten fazla ayakta dikelmek zorunda biraktilar :P Oradakilerle biraz akraba da olduk sayilir, arkamdaki kiz omzumu kolunu yaslayip abandi hehehe, neyse dedim Turk zarar gelmez :P Yaw o yarim saatte neler dondu neler.. guvenlik gorevlileri atacakti bizi neredeyse :P Perde bir taraftan aciliyordu nedense.. guvenlik gelip tutuyordu eliyle.. kizlar gidikliyordu adamin elini falan hehehe.. hani onde olunca arkadanda itelemeler oluyor, biz iyice yapistik birbirimize neredeyse :P Sibel'e dedim acildiginda kos.. sandalyelere bayagi yer var, yerimizi kap.. sen hic merak etme demisti ama.. buna gerek kalmadi cunku ilk girenlerden olduk :) Hatta on siralardaydik..

podyum onunde 2 sira vardi, bi tarafta 5 kisilik, diger tarafta on sirada iki kisilik ve ortada viskos masas, 2nin arkasindaki 4 kisilik yere oturduk ama Sibel guvenlik gorevlisine sorup viskoslu, yani en one oturdu.. Iste sansimiza artik programin 200'uncu bolumune denk gitmisiz, herkese sapka dagittilar, ve Raymann sahneye cikip anons yaptiktan sonra hepimiz sapkalari takacaktik, (beyaz, mavi ve kirmizi renklerde, yani Hollanda bayraginin renkleri) biz illaki kirmizi istiyorduk, sag olsun kirmadilar da bizi :P Bazi program kurallarini anlattilar, mesela kameranin icine öküz gibi bakmamak, asiri spastik hareketler yapmamak, $akayi anlamasanda, herkes gibi gulmeye devam etmek gibi :P Güzeldi yaa.. Kamera calismadigi anlarda Raymann'in bizi guldurmesi, program yonetmeni ile dalasmalari, kostum degistirdigi anlarda sahneye çikan rapci (repci mi deniyor turkce? :P)

iste Surinam'in basbakani Venetiaan o hafta uluslar arasi toplanti için Rotterdam'da bulunuyormus, gelmisken Raymann'a da gideyim demis iste. (Surinam neresi derseniz, Güney Amerika'da bir ülke, eskiden Hollanda sömürgesi altindaymis, ayni Güney Afrika ve Endonezya gibi). Buraya gelen ilk gurbetcilerden sayilirlar, yani Fas ve Türkiye öncesinden. Neyse tarih dersine baslamiyalim simdi :) Güzeldi gercekten.. Neyse ben isimin basina döneyim artik :)

10 Kasım 2008 Pazartesi

Aska Dönüs..

Canim,
Seninle zaman nasil akip geçti..Günler aylari, aylarda insallah yillari kovalar..
Ve biz Allah'in izniyle hep birlikte, bir arada oluruz..
Iyi ki varsin, ve iyi ki hayatimdasin..

Seni seviyorum!
ÇGPP :)



Aşka Dönüş

Dönebilmek o dönüşü olmıyan yollardan
Sürekli bir aldanış bir daha bir daha
Hiç bitmeyecek gecelerden bir sabaha
Çıkabilmek ve sevmek durmadan usanmadan

Konuşmak konuşmak gözlerle fısıltılarla
Duymak büyülü sıcaklığını beyaz ellerin
Her geçen dakika var olduğunu anlamak için
Yaşamak arzu dolu dudaklarda, şarkılarla

Unutmak ne varsa kötülükten yana
İnmek sevilen gözlerin derinliğine
Öyle mutlu, öyle sarhoş, alabildiğine
Bin yıl içmek o sulardan kana kana

Her gün ona koşmak dağlardan tepelerden
Her yerde, her zaman onsuz edememek
O en tatlı hayal, en büyük gerçek
Anlarsın taşan o günlerden gecelerden

Sonra bir gün o bütün karanlıkları yırtasın gelir
Başını alıp gidesin gelir uzak denizlere
Artık her şey boş ve yalan sevdin ya bir kere
Her yerinden bir buğu halinde o yükselir

Sen yoksun artık anla yeryüzünde bir o var
Onun elleri var, gözleri, dudakları
Anlarsın tenin beslediği zaman toprakları
Ve hala seversin zaman bitinceye kadar

Yeniden var oluştur ya da bir başka türlü oluştur bu
Nice aldanmalardan sonra bir aşka dönüştür bu!
Ümit Yasar Oguzcan

9 Kasım 2008 Pazar

Kara Kitap

# Bana derler tatlı Lola, sevgilisiyim herkesin
# Bir piyanolam var, salonunda evimin
# Tatlı Lola'yım ben, her bir erkek sever beni
# Fakat piyanolama, yanaştırmam kimseyi!
# Bana derler tatlı Lola, sevgilisiyim herkesin
# Bir piyanolam var salonunda evimin
# Ve oradan biri eşlik etmek isterse bana
# Dikerim gözümü, basarım pedalıma

Ich bin die fesche Lola, der Liebling der Saison!
Ich hab' ein Pianola zu Haus' in mein' Salon
Ich bin die fesche Lola, mich liebt ein jeder Mann
doch an mein Pianola, da laß ich keinen ran..
(filmde gecen bir Marlene Ditrich)



Hollanda ne de olsa Almanya'nın bir parçası.

Hepimiz bir çeşit Alman diyalekti konuşuyoruz.

Beni ne kadar aptal sanıyorsun?
Tesadüfen hayatıma çok güzel bir kadın giriyor.
Sonra genel merkeze gelip tesadüfen aradığım
tüm pulları getiriyor.Üstelik bir de yahudi çıkıyor.
Ve bizimle çalışmaya başladığı anda Franken'ın en iyi
casusu öldürülüyor. Ne büyük bir tesadüf, değil mi?

- Çıkmayan candan umut kesilmezmiş.
- Ne umudumuz kaldı ki?
- Tommy'lerin gelmeleri.

Hollanda´nin milli marsi:
# Wilhelmus van Nassouwe, safkan bir Hollandalı
# Ölene dek kalacağım atamın topraklarına bağlı
# Her zaman hür ve korkusuz bir Portakal veliahtı
# İspanya kralına her zaman olmuşumdur saygılı


Zwartboek (2006)

Hollanda 1944… İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında güzel şarkıcı Rachel, şimdi Avrupa’daki bir çok yahudi gibi ailesinden ayrı, her an Gestapo tarafından yakalanma korkusuyla savaşın bitmesini beklemektedir... Hollanda’da gizlice yahudileri sınır dışına kaçmalarına yardım eden bir avukat olan Mr. Smaal ve karısının evine gelirler. Mr. Smaal, gönülsüzce de olsa, Rachel’I düşman hattından geçirip, müttefik topraklarında ailesiyle buluşması için ayarlama yapacağını söyler. Fakat tehlikeli bir nehir geçişi sırasında, tekneleri Alman devriyelerince pusuya düşürülür. Nazi’ler acımasızca teknedeki herkesi öldürürken Rachel, nehre atlayıp kurtulmayı başarır...

Iste bundan sonra olaylar gelisir..
Insan, savasta kime guvenebilirki?



Bildigim 4-5 dilin bir filmde bir araya gelmesi, bir birliktelik olusturmasi ve ara dil gerekmeden ceviri yapabilmek cok guzel bir olay. "Acaba dogru mu cevirdim" gibi soru isaretleri birakmiyor. Daha cok duygusal agirlikli, kisisel gelisim iceren filmler cevirmeyi seviyorum, fakat Hollanda icin 2006 yilinin medari iftiharini cevirmek benim icin buyuk bir keyif ve onurdu. Filmin buyuk bir kismi calistigim sehirde cekilmistir (Lahey-Den Haag). Iyi seyirler efendim :)